Bugün annemi ve babamı trafik kazasında kaybettiğimin üçüncü yılı…
Geçen yıllarıma baktığımda sadece bu olay için acılar içindeyim diyemiyorum. Çünkü benim yaşadıklarım sadece anne-baba acısı değildi. Başka bir sürü yaşadığım acılarım da var. Onların olmayışları ile birlikte gerçek hayatın ne olduğunu öğrendim. Bunu öğrenmek onların ölümünden bile daha zor geldi desem bilmiyorum ne düşünürsünüz. Bunun sebebini anlatmaya çalışayım;
Ailem bana “prensesim” diyordu. Ve bende kendimi prenses sanıyordum. Evde doğru düzgün yaptığım hiçbir şey yoktu. İşe yarar bir davranışım olmuyordu. Her şey önüme hazır geliyordu. Sözlerim ağzımdan çıkıp daha yere düşmeden gerçekleştirirlerdi. Buna rağmen üstelik ben onlara devamlı nazlanıyor, söyleniyordum. Yetişkin çağlarıma kadar ağzıma lokmalar hazır geliyordu diyebilirim. Bir dediğim iki olmuyordu.
İlkokula başladığımda arkadaşlarım beni, ben ise onları garip karşıladım. Kalemlerini kendileri açıyordu. Benim annem ise altı tane kalemimi açarak yanımda hazır ediyor, “Prensesim yorulmasın” diyordu. Onlar market poşetleri taşıyordu. Oysa annem “Ver prensesim ben taşıyayım, onlar sana ağır gelir ve ağır şeyler taşırsan boyunun uzaması engellenir” diyordu.
Buna benzer minik minik olaylarla karşılaşınca arkadaşlarımın anne babaları ne kadar kötü, oysa benimkiler beni ne kadar çok seviyor diye düşünüyordum. Hem ilgisiz anne babaydılar hem de çocuklarını yeterince sevmiyorlardı.
Dünyalar kadar oyuncağım vardı, onlarla zaman geçiriyor dolayısıyla ders çalışmaya vaktim kalmıyordu. Annem babam da “ders çalış” dediklerinde ağlıyorum zırlıyorum diye çok üstüme gelmiyorlardı. Ağlamama hayatta kıyamazlardı çünkü. Yani anlayacağınız okul hayatında da başarılı bir öğrenci değildim. “Olsun, senin canın sağ olsun” diyorlar ve eve özel öğretmenler getirtip ya da öğretmenlere hoş davranışlar sergileyip bir şekilde sınıfı geçmemi sağlıyorlardı.
Lisede de durum farklı değildi. Aynı olaylar bu şekilde devam etti. Nihayet üniversite hayatım başlamıştı. Artık bana herkes “büyük prenses” diyordu. Bu yaşlara geldiğimde benden farklı insanlar olduğunu kabul etmiş ve onları daha az yadırgar olmuştum.
Sonra okulda biriyle tanıştım. Nazımı niyazımı çekti. O da bana kendimi gerçek bir prenses gibi hissettirdi. Ve ardından görkemli nişanımız oldu. Tabii ki nişanlık rengim pembeydi. Pembe küçük bir kız çocuğu olduğumdan beri en çok sevdiğim renkti. Gördüğüm bütün prenses resimlerinin elbiseleri de hep pembeydi zaten. Aynı benimkiler gibi…
Büyük prenses olmuştum ancak düşüncelerim hep küçük kalmıştı. Neden? Düşünmeme gerek yoktu çünkü ailem benim yerime hep düşünmüştü. Hayat denizinde ne zaman bir sorunla karşılaşsam ailem hemen çözüyordu. İmdadıma yetişiyordu. Ne zaman dara düşsem ne zaman bir problem yaşasam hemen çözüm üretebilirlerdi. Hem zenginlerdi hem bu dünyadaki en ilgili anne babaydılar. Ve beni de çok seviyorlardı. Bunu bana her fırsatta ispatladılar.
Günler böyle geçerken o feci kaza haberi geldi. Artık annem babam hayatta değillerdi…
Nerden bilirdim aslında hayatın bu kadar gerisinde kaldığımı. Aslında doğru düzgün gerçek mana da yaşamadığımı, cam bir fanustan çıkartılmadığı nereden bilebilirdim ki.
Onlara öfkem yok ancak şimdi diyorum ki keşke bunları vaktinde bilseydim ve bu kadar çaresiz durumlara düşüp yanlış kararlar almasaydım. Hayatı bu kadar pahalıya mal olacak şekilde ve bu kadar zor öğrenmeseydim. Bu kadar geç kalmasaydım. Rahatlık zannettiğim yıllar aslında sonradan çekeceğim sıkıntılarımın işaretiymiş, acılarımın habercisiymiş. Bilemezdim ki…
Şimdi kızım 10 aylık…
Ona yürümeyi öğreteceğim. Hayatı öğreteceğim. Düşmemesi için önündeki engelleri kaldırmak yerine, düştüğünde sadece el uzatacağım. Bazen de elimi uzatmayıp, sadece izleyeceğim. Açıkçası mutluğun kıyısına ben çok su yutarak, çok nefessiz kalarak, çok acılar çekerek geldim. Kızıma problem çözmeyi öğreteceğim. Hayır’ı duyduğunda ne yapması gerektiğini öğreteceğim. İmkanların çokluğunun aslında imkânsızlık demek olduğunu öğreteceğim. Kendi ayakları üstünde durmayı öğreteceğim. Hayat denizi denen bu yerde rahat bir şekilde yüzmesi için elimden geleni yapacağım.
Hayatın yasaları varmış. İnsan yasalara uyumlu olduğu sürece mutlu ve başarılı olabiliyormuş. Ben bunları çok geç öğrendim. Fakat bunları kızım bilmeli.
Anne ve babam bana kıyamadıklarını düşündükleri her konuda aslında gerçek anlamda kıymışlar. Hani biz kıyamıyoruz da sonra kimler, kimler kıyıyor ya çocuklarımıza. İşte bu yüzden “Hayat Denizi” denen bu yerde çok su yutmadan, boğulmadan yüzmeli benim prensesim. Etekleri çamur ola ola bu dereyi geçebilmeli…
Sevgili Anne ve Baba… Her şeye rağmen tüm bunları iyi niyetle yaptığınızı biliyorum ve sizi çok seviyorum. Sonuçta kızımın da dünyaya gelmesine vesilesiniz ve sizi çok seviyorum.
Kızınız; Deniz…
Sevgiler,
Aynur Üçhisarlı.