Aydın Usta

Tüm Babalar 

AYDIN USTA

Kendimle ilgili ne zaman bir şey düşünsem, bir şey anlatsam ya da hangi özelliğimden bahsetsem bir şekilde kenarından köşesinden ucu babama dayanıyor. Kaderimin daha doğmadan bağlandığı, benim en değerli varlıklarımdan biri olan adama, Aydın Usta’ya.

Annem daha bana hamileyken babamla bir komşularına akşam oturmasına gitmişler. Babam orada bir kitap okumuş ve annemin karnındaki cinsiyetini bile bilmedikleri bebeğin adını o gece, orada koymuş. Hikâyesini çok beğendiği, aslında çok da dindar bir insan olmamasına rağmen mübarek bir isim olan “Talha” imiş bana layık gördükleri isim ama aynı zamanda bir erkek ismi. Aylar sonra ben doğmuşum, dedem babama haber vermek için çalıştığı fabrikaya gitmiş ve “bir kızın oldu” demiş. Babamın verdiği cevap ise aynen şu şekilde olmuş; 

“Buraya kadar bunu söylemek için mi geldin?”

Bizim yakın baba-kız hikâyemizin tam olarak başladığı yer ise babamın beni ilk gördüğü andır. Babam hastaneye gelmiş, beni kucağına almış ve yüzüme bakmış, çok zor, esaslı bir doğumdan yorgun argın yeni çıkmış olan canım annem; “ Kız olursa adını ben koyacaktım, ismini Sevtap koymak istiyorum.” demiş. O yıl gazetelere düşmüş olan bir dansözün ismiyle aynı olduğu için babam bu isme onay vermemiş ve annemin tüm ısrarlarına rağmen yüzüme bakıp; “Aydın’ın kızı Aynur olur, adı Aynur olacak.” demiş. Ve demiş işte bir kere,  artık olay da orada bitmiş.

İşte tam olarak o an sadece adımı adına uydurmakla kalmamış, hayatlarımızın da en kuvvetli bağını örmeye başlamış babam. Herkesin hâlâ babasının kızı dediği, tüm iyi özelliklerinin yanında kötülerini de almış, benimsemiş, kanıksamış, hatta birçoğunu kişiliğine katmış olan Aynur olmuşum ben de “Aydın’ın kızı Aynur.”

Babamın hayatımdaki önemi, onun olumsuz ve hatta talihsiz bir yaşam hikâyesine rağmen gelişen olumlu yönlerini fark etmemle başlar. Bir buçuk yaşında kendi öz annesi tarafından terk edilip, üç üvey anne ile büyümesine rağmen sevmeyi çok güzel bilir benim babam. Sevdiğini çok güzel gösterir, ama aynı ölçüde nefretini ve kızgınlığını da. Sanırım bu özeliğini daha ben kırk günlükken ölen ama babamın her zaman “ üzerimde çok hakkı ve emeği var” dediği onu çok sevmiş olan babaannesine borçlu. Boyunca çocukları olan kızını ise hala boynundan koklayarak öpmeyi, seni seviyorum demeyi bilir benim babam. Sanırım gelişmiş olan dokunma duygumu ben de ondan almışım. Şimdi benim iki kızım da öpülerek, sarılarak, hırpalanarak sevilmeyi severler ve pek tabi onlarda bu özelliklerini bana borçlu. Şimdi bu satırları yazarken düşündüm de acaba kızlarım, ben, kardeşlerim ve babam yani hepimiz bu özel duyguyu, bu güzel özelliği babamın sevgili babaannesi Sabriye Hanım’a mı borçluyuz?

Babam; iki göbek İstanbullu olmayı hak edecek kadar modern ve açık görüşlü ama bir o kadar da tutucu ve kuralcı bir insandı. Kendisinin sevmediği birinin, asla onu sevemeyeceği ama istediğinde bir ağaç dalı gibi sevgiye kollarını açan babam, onu üzdüğünüzde ya da kırdığınızda çok daha fazlası ile üzülmeyi göze almanız gereken, canı yandığında hakikaten can yakan babam. Yirmi beş sene işçi olarak çalıştığı fabrikada sonradan bant ustası olan ve şimdilerde damadının bile “Aydın Usta” diye çağırdığı babam. Yani 10 Ağustos 1971 yılında, bir öğlen vakti, hastane odasında, yüzümü ilk gördüğü anda sadece adımı adına uydurmakla kalmayıp, zaman içinde nerdeyse tıpa tıp beni de kendisiyle bir eden ve “Aydın’ın kızı Aynur” yapan babam. 

 

Sevgiler,

Aynur Üçhisarlı…

Bu Yazılara da Göz Atabilirsiniz