İletişim Canavarıyız

HEP BİR “İLK FARKEDİŞ ANI” VARDIR VE HATIRLANIR

Gecenin sessizliği çökmüştü artık evin içine iyice. Kadın televizyonu kapattı, hoş ne zamandır açık olduğu halde bakmıyordu hatırlayamadı. Önce banyoya gitti dişlerini fırçaladı, mutfağa gitti bir bardak su içip bardağını makineye attı. Sonra kızının odasına gidip; uyuyup uyumadığını, uyumuşsa bilgisayarını açık bırakıp bırakmadığını, üstünü iyice örtüp örtmediğini kontrol etti. Kızının alnına korkak bir öpücük kondurup girdiği sessizlikle ayaklarının ucuna basarak çıktı odasından. Daha sonra hemen yandaki oğlunun odasına girdi. Sessizce kapısını açıp aynı kontrolleri oğluna da yaptı, tek farkla, yerdeki hem kırılacak hem de ayağının altını acıtacak ufak tefek oyuncakları topladı. Aynı sıcaklıkla ona da bir öpücük verdi ve çıktı oğlunun da odasından. Salonun ışıklarını kapattı. Yatak odasına gidip pazen pembe çiçekli geceliğini giyip çoktan uyumuş olan kocasının yanına sessizce kıvrıldı. O kadar tedirgin ve o kadar sessizdi ki bir an bunları yaparken kendini yatağında bir yabancı, evinde bir misafir gibi hissetti. Yatağının başucundaki kitap okuma ışığını açıp hemen yanı başındaki komodinin üzerinde duran ve ne zamandır bitiremediği yarım duran kitabını eline aldı. Okumaya çalıştı. Bir elindeki kitaba, bir de yanındaki adama baktı. Sonra tekrar kitaba ve tekrar adama. Gözleri ikinci seferde kocasında kilitli kaldı. Bakışlarını daha dikkatli onun yüzünde tuttuğunda ne zamandan beri gerçekten aslında kocasına bakmadığını, yüzünü incelemediğini düşündü. Değiştiğini, yaşlandığını ve alnına düşen saçlarında kırlaşmış tellerinin hayli fazlalaştığını fark etmediğini görüp kendi kendine şaşırdı. Her bir telin ağarması sırasında kocasıyla yaşadığı bir anısı saklı olmalıydı hâlbuki ve o bunları hatırlamadı. Hatırlamaya çalıştı olmadı.

Uzun zamandır hiç olmadığı kadar huzursuz ve tedirgindi. Son birkaç gündür iyiden iyiye içini kemiren bir kurt vardı. Ne kızına ne oğluna ne de eşine ulaşamadığını düşünüyordu. Sanki aynı evin içinde birbirlerinden kilometrelerce uzağa savrulmuş gibi yaşıyorlardı. Herkesin kendi alemi vardı ve birbirlerine yabancılaşmışlardı. Kimse kimseyi dinlemiyordu, konuşuyorlar ama sanki birbirlerini duymuyorlardı. Eşiyle ne zamandır gerçek bir sohbet etmediklerini düşündü bulamadı. İçi acıdı. Kızı ile ne kadar zamandır anne-kız dertleşmesi yapmadıklarını düşündü olmadı. İçi acıdı. Oğluyla bile yaşının ufak olmasına rağmen şımarmadıklarını, oynamadıklarını, boğuşmadıklarını düşündü. İçi daha da çok acıdı. 

Eşi, kızı ve oğluyla arasındaki bu şeyin İLETİŞİMSİZLİK olduğuna uzun zaman önce karar vermişti vermesine de bu sorununu çözmesine yetmiyordu ki. Her sızlanışta her serzenişte kimsenin onu anlamadığını ve aslında dinlemediğini düşünüyor ve bunu fark etmiş olmasına rağmen yine de sadece söyleniyor ya da küsüp içine dönüyordu. Evet; kimsenin onu dinlemediğini düşünüyordu ve bu kaostan nasıl kurtulacağını bir türlü bilmiyordu. Çaresiz ve mutsuz ne yapması nasıl davranması gerektiğini bir türlü kestiremiyor ve ne yapılmasını bilmediği için de bir türlü yeni kararlar alamıyordu. Çünkü oldum olası onu düşündürecek, üzecek, hayatının tekdüzeliğini bozacak her türlü olumsuz ve kötü düşünceden kaçtığını kendine bile itiraf edemiyordu. Son birkaç yıldır “MIŞ” gibi yaşıyordu hayatını ve artık buna bir son vermesi gerektiğinin de farkındaydı.  

Bu acılar içinde koltuğundan kalkıp yatağına geri giderken; birden kadının gözünün önüne dün gazetede okuduğu başlık geldi.  En arkada yarım sayfaya yayılmış, kocaman simsiyah puntlarla atılmıştı. “ARTIK İLETİŞİM CANAVARIYIZ”.

Sahi gerçekten iletişim neydi? Bunları düşünmeye başladı.  

Sevgiler,

Aynur Üçhisarlı 

Bu Yazılara da Göz Atabilirsiniz